Korkunç Efsaneler Dünyasına Hoş Geldiniz!!!!!

Eminim Herkez Her Yaşta Birçok Efsaneyi Merak Etmiştir.İşte Ben Bu Efsanelerin Gizemini Çözmek İçin Bu Bloğu Açma Kararı Aldım.Efsaneleri Merak Ediyorsunuz Değil Mi?Tabi Ki Buraya Geldiğinize Göre Merak Ediyosunuz.O Zaman Vakit Kaybetmeden Sayfalara Akmaya Başlayın!!!!!


Efsaneleri Dolaş

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Kurt Adamlar (Jacob:D)

Bir insanın bir hayvan, özellikle de kurt biçimine girebilmeye yetenekli olması, kurtadam söylencesinin çıkış kaynağı hakkında yeterli bir açıklama değildir. Çok eskiden beri çeşitli kaynaklarda ve toplumlarda kurtadam öykülerine rastlanmaktadır. Farklı coğrafyalarda yaşayan insan topluluklarında sadece kurtadamlık değil çeşitli insan hayvan karışımı yaratıklarada rastlanmaktadır. İskandinavların Ayı Adamları, Kızılderililerin Bizon Adamları, Afrikalıların Sırtlan Adamları, Türklerin İtbarak'ları, ve İstanbul’un Kedi Kadınları bunlara örnektir.


İstanbul’un kedi kadınlarından söz eden Amerikalı romancı ve senaryo yazarı Guy Endore’dir. Endore Kedi kadınlardan bahsettiği ilk baskısını 1934 yılında yaptığı Parisin Kurt Adamı adlı kitabında kurgusal bir öyküyü anlatmaktadır.1870 yılının komün ayaklanmasında geçen öykü kurtadamlar konusunu ayrıntılı bir araştırma ile desteklemektedir.


İstanbul’un kedi kadınları hakkında şunları söylemektedir Endore: “Bir saç tokası kullanarak pirinç tanelerini yerler ve bilirler ki yaratıkların kurdukları sofrada karınlarını iyice dolduracaklardır” Amerikalı yazar Endore bir korku romanı yazıyor ve elindeki folklor malzemesini buna göre yorumluyor , kurguluyor ve abartıyor.Yazar büyük bir olasılıkla Kedi kadınlar diye folklorumuzda ve masallarımızda geniş bir yer tutan her kılığa giren cadılardan ve cadı kadınlardan bahsetmektedir kendi savına uygun olarak.
Eski Yunanlılar ve Karadeniz'in kuzey kıyılarına yerleşmiş Scythia soyu, bölge yerlileri Neurianları sihirbaz olarak kabul ediyorlardı. Bu olağan üstü büyücülerin her yıl birkaç gün için kurda dönüştükIerine inanıyorlardı. Tarihin babası olarak nitelendirilen M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış olan eski Yunanlı Heredot ise dilediklerinde kurda, dilediklerinde insana kolayca dönüşebilen bir insan türünden söz etmektedir..


Bir görüşe göre yüzyıllar önce, insanlığın erken tarihlerinde kurtadam doğal olmayan bir istekle insan etine açlık duyan bir canlı türü olarak kabul edilirdi.Bu insan, çeşitli büyülerin yardımıyla dilediğinde yırtıcı bir kurda dönüşmenin bir yolunu bulmuştu. Eskilerin söylediğine göre, kurda dönüşen kişi insan sesini ve insan gözlerini muhafaza eder. Ancak vahşi dört ayaklı kurdun kuvvet ve kurnazlığını taşırdı. Kurtadamın kim olduğunu ses ve gözlerinden tanımak mümkündü.

Biçim değiştirerek kurda dönüşmek olayından, Roma edebiyatında bir büyü işi olarak söz edilir. M.S. 1. yüzyılda eser vermiş Vergilius, bu söylenceden söz eden ilk Latin ozanıdır. Bunu Propertius, Servius, ve Petronius izlemiştir. Petronius, M.S. 54-68 yılları arasında Nero dönemi Roma'sının saray eğlence müdürüydü. Satyricos adlı kitabında hiciv, macera ve fantezi dolu bir kurtadam öyküsü de vardır.

Eski Yunan ve Roma geleneğinde bir insanın kurda dönüşmesi, bir ceza olarak simgeleniyor. Böyle bir olayı M.S. 64-113 yıllarında yaşamış olan Plinius şöyle anlatıyordu: "Tanrılara insan kurban etme törenlerinden birinde kurban gölün kıyısından alınır. Ancak kurban kaçarak karşı kıyıya yüzdü. Karaya çıktığında kurda dönüşmüştü. Bundan sonraki 9 yıl boyunca yanında bir grup insanla kırlarda dolaştı. Eğer bu süre içinde insan etine yaklaşmazsa yeniden insan olacaktı. Nitekim kurtuldu ama hayatının 9 yılını kurt olarak yaşadı. "

Günahı yüzünden ceza olarak kurtadama dönüşen birinin öyküsünü de M.Ö. 43-M.S. 18 tarihleri arasında yaşamış Ovidius anlatır. Metamorphoses (Değişimler) adlı uzun şiirinde, yaradılıştan Sezar'a dek olan dönemdeki mucizevi değişimlerden söz eder. Romalı ozan Ovidius, Arkadya'nın mitsel, kralı Lyeaon'un öyküsünü anlatır: "Tanrılar tanrısı Olimposlu Jupiter Lycaon'u denemek için kılık değiştirip onun sarayına yemeğe gider. Lycaon da onun Tanrı olup olmadığım anlamak için insan etinden yemek ikram eder. Jupiter bunu anlayınca ceza olarak Lycaon'u kurda çevirir. O da bu kimlikle sonsuza dek kalır ve çevreye korku salar." M.Ö. 4. yüzyıl civarında Eflatun ve M.S. 2. yüzyılda Pausanias da hemen hemen aynı türden değişim öyküleri anlatarak aynı noktada buluşuyorlardı.

15. ve 16. yüzyıllarda kurtadama dönüşme inancı, tüm Avrupa 'da büyücülük ve cadılıkla aynı kefeye konuyordu. Özellikle Fransa ve Almanya'da kurtadam olduğundan şüphe edilen biri, acımadan yakılır ya da asılırdı.

Nitekim kurtadam avı dinsel duygular adına yapılırdı. Büyücü ve "kurtadam mahkemeleri" bugün bile anlatılmaktadır. Sözgelimi 100 yıldan daha fazla bir süre, 1520-1630 yıllarında Fransa'nın yaklaşık 30.000 kurtadam olayıyla sarsıldığı bilinmektedir.



Kurtadamlığa Dair Çeşitli Örnekler



1573'te Fransa 'da Dijon yakınlarındaki Dôle' de, GilIes Garnier adında bir "kurtadam" köye zarar vermek ve küçük çocukları "yemekle" suçlanmıştı. Suçunu itiraf edince de kazığa geçirilerek yakılmıştı..

1598'de yine Fransa'da Caude yakınlarındaki ıssız ve vahşi bir yörede birkaç Fransız köylüsü, 15 yaşındaki bir erkek çocuğunun cesedini buldu. Çocuk.korkunç bir şekilde parçalanmıştı ve her yerinden kanlar fışkırıyordu. Bir çift kurt da cesedi yiyordu. Uzaktan köylüler görününce kaçıp ağaçlıkların arasında kayboldular. Köylüler "kurtları" izlediler ve bir çalılığın içinde sinmiş, yarı çıplak bir adam buldular. Uzun saçlıydı. Bakımsız, uzun bir sakalı, sanki pençe görünümünde uzun ve kirli tırnakları vardı. Aralarında pıhtılaşmış kanlar ve insan eti parçaları görülüyordu. Adam, Jacques Rollet adında bir ruh hastasıydı. Köylüler gelip de kaçmadan önce cesedi parçalıyordu. Aslında ortada kurt filan yoktu. Adamlar o andaki heyecanlı halleriyle bu ruh hastası adamı bir kurtadam olarak algılamış olabilirler. Fakat bunu anlayabilmek olanaksızdı. Ama şurası kesindi ki, Rollet kendini bir kurt gibi hissediyordu. Bu kuruntunun etkisi altındayken birçok insanı parçalayıp yemişti. Sonuçta ölüme mahkum edildi. Fakat Paris Mahkemesi kararı bozdu. Onu bir akıl hastanesine gönderdi. Burası idam edilmeyen kurtadamların kapatıldığı bir yerdi!



20. yüzyıl



Kurtadamlara ilişkin olaylar eskisi kadar yoğun olmamakla birlikte zaman zaman bu tür olaylardan söz edilmektedir. Örneğin Birinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre önce üç kurt adamın ele geçirildiği öne sürülmektedir.

1925'te ise Fransa'nın Strazburg kenti yakınlarındaki bir köyün halkı, köyden bir çocuğun kurtadam olduğuna ilişkin tanıklık ettiler. 5 yıl sonra Bourg-Ia-Reine'de de bir kurtadam korku saldı. Pierre van Peasen, 1939'da yayımladığı, Bizim çağımızın Günleri adlı kitabında bu olaya değiniyordu.

1946'de Kuzey Amerika'nın en eski Kızılderili kabilelerinden biri olan Navajo'lara "dört ayaklı bir katil" musallat oldu. Bu garip yaratık hep dolunay zamanı ortaya çıkıyordu.

1949'da Roma'da bir polis ekibi, garip davranışlı bir adamı izlemekle görevlendirildi. Adam, kurtadam psikozu içindeydi. Düzenli olarak her dolunay döneminde kontrolünü kaybediyor ve ürkünç bir şekilde uluyordu.

1957'de Singapur'da polisler, benzeri bir olayı izlemek için görevlendirildiler. Çünkü, bir yatılı kız okuluna sürekli olarak bir kurtadamın saldırdığı iddia ediliyordu. Kızlardan biri bir gece, baş ucunda duran birisinin varlığıni hissederek gözlerini açtı. Karşısında saçları burnuna kadar düşen, uzun ve sivri dişli, korkunç görünüşlü bir adam duruyordu. Fakat olayın ardındaki gizem çözülemedi.

1975'te İngiliz gazeteleri, Staffordshire'ın Ecc1eshall köyünde yaşayan 17 yaşındaki bir gencin olağanüstü haberleriyle dolup taşıyordu. Delikanlı, kurtadama dönüştüğü inancı içindeydi. Bu zihinsel acılarına kalbine sapladığı bir bıçakla son verdi. Delikanlının yakınlarından biri şöyle diyordu: Ölmeden çok kısa bir süre önce bana telefon etti. Yüzünün ve ellerinin renk değiştirdiğini ve giderek kurtadama dönüştüğünü söyledi. Az sonra sesi giderek homurtuya dönüştü."



Sonuç



Halihazırdaki bilimsel bilgiler, kurtadam olayında olduğu gibi bir insan formunun bu kadar kısa zamanda bir başka biçime dönüşmesinin kesinlikle olanaksız olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla kurtadam efsaneleri tümüyle cehalet ve kuruntu üzerine kurulmuş olabilir. Fakat yine de yüzlerce yıldır bildirilen bu tür olayların. gözardı edilemeyeceği belirtiliyor.



Likantrofi [değiştir]



Seri cinayet her zaman var olmuştur seri cinayet suçunu tarif etmek için kullanılan terminoloji, asırlarla beraber değişmiştir. Dört yüz yıl önce katiller, Avrupa’yı dolaşıp kurbanlarını hayvani bir hırsla öldürürlerdi. O zamanlar onlara “Psikopat” ya da “Cani manyak” veya “Şehvet katili” denmezdi. Onlara Likantrofi denirdi. Bu ifade, iki Yunanca kelimenin, Lykos (Kurt ) ve Antropos (Adam) birleşmesinden oluşmuştu.

Bu seri katillerin bazıları, o kadar sapkın adamlardı ki kendilerinin doğaüstü canavarla olduklarına gerçekten de inanıyorlardı. Avladıkları köylüler, zaten buna kesin olarak inanıyorlardı. Aynı şekilde, yetkililer de likantrofiye açıktan açığa inanıyor ve onu dönemin en önemli toplumsal sorunu olarak görüyorlardı.

1941 tarihli klasik Kurt Adam gibi eski filmlerde, likantrofi korkunç bir lanet olarak gösterilir. Lon Chaney Jr, bir kurt adama dönüşmekten hiç hoşlanmaz, fakat ister hoşlansın, ister hoşlanmasın, her dolunayda kılları ve pençeleri çıkıp dişleri sivrileşmeye başlar. On altıncı yüzyıl insanları, olaylara başka bir gözle bakıyorlardı. Kurt adamlar, şeytanla bilerek bir anlaşmaya giren kötü adamlar olarak görülürlerdi. Canavara dönmeyi kendileri istiyorlardı.

1500'lerin sonlarındaki Gilles Garnier adındaki Fransız bir münzevinin böyle şeytani bir anlaşma yaptığı rivayet edilir. Anlaşmanın karşılığında Garnier, onu aç ve insan yiyen bir kurda dönüştüren kara büyü içeren bir merhem almıştı. Aşağı yukarı aynı zamanlarda Peter Stubbe adında bir Alman, güya ona kurt adam güçleri veren efsunlu bir kemere karşılık ruhunu satmıştı.

Dönüşüm yöntemleri farklı olabilirdi, fakat bu iki manyak tarafından işlenen suçlar, şaşılacak derecede birbirlerine benziyordu ve aynı ölçüde mide bulandırıcıydı. Kurt adam filmlerinin sahte dehşetlerinden çok daha korkutucuydu. Hem Garnier hem de Stubbe, genelde çocukları avlayan şehvet katilleri ve yamyamlardı. Garnier, iki ay içinde dört küçük kurbana saldırmış ve onları çıplak elle ve dişleriyle parçalamıştı. Daha uzun bir zaman içinde Stubbe, aralarında öz oğlunun da bulunduğu en az beş kurbanı öldürmüştü. Söylendiğine göre Stubbe, oğlunun boynunu kopardıktan sonra kafatasını parçalayıp beynini yemişti.

Modern psikiyatri, ortaçağın kurt adamlığı yerine, bize “Anti sosyal kişilik bozukluğu” gibi kavramlar sunmuştur. Ancak bu yüzyılda bile, arada bir öyle bir katil çıkar ve suçları öylesine tüyler ürpertici olur ki bunlar doğaüstü bir canavarın işi gibi görünebilir. Örneğin 1920’lerde yamyam bir katil olan Albert Fish, on iki yaşındaki bir kız çocuğunu kandırıp Wisteria Köşkü diye anılan terk edilmiş bir eve götürmüş, onu orada öldürüp parçalamış ve etlerinin bir kısmını pişirip yemişti. Bu suç su yüzüne çıktığı zaman, bulvar gazeteleri bu işi yapan kişiyi tanımlayacak çarpıcı bir isim bulmak için çok düşünmüşlerdi.

Buldukları diğer iğrenç adların yanı sıra, onu “Wisteria Kurt Adamı” olarak da adlandırmışlardı

Vampirler

Vampir, günbatımı ile şafak arasında dirilerek mezarından çıktığına, insanlara saldırıp kanlarını emdiğine inanılan hayalî canavardır.




Vampir kültürü Babil’den kalan örneklere dayanır ve yüzyıllar boyunca değişimini inceleyen kapsamlı folklorik tarihsel araştırmalara konu teşkil eder. Kan emme ve öldükten sonra dirilme efsaneleri Orta Çağ’da yayıldı. 1200’lerde İngiltere’de Galli bir din adamı olan Walter Map bir vampirin bütün bir köy ahalisinin kanlarını emmek suretiyle öldürdüğünü iddia etti. Map’ın iddasına göre köyde sağ kalan son kişi kılıcını çekip kana susamış cehennem yaratığının kafasını ensesine kadar ikiye bölmüş ve tehlikeyi sona erdirmişti.



Vampir varlığına inanan bilim adamları vampirlerin kendilerince belirlenen özelliklerini şöyle özetlemişlerdir ; Acıyı en az düzeyde hissederler , vücutlarında özelliklede yüzlerinde çürüğe dayalı hafif çukurluklar ve izler bulunur , göz renkleri sürekli değişim içindedir ve iki göz asla aynı renkte bulunmaz.Beklenmedik zamanda fark edemiyiceğiniz kadar hızlı ve bi o kadarda güçlü tepkiler verebilirler.Ten ısıları sürekli değişiklik içindedir.Gün ışığından etkilenmezler.Düşünce okuyabilirler bu nedenle onlara karsı koymak imkansız gibidir.Zekalarını ve güçlerini asla bir kitlenin anlayıcağı bir şekilde dışarıya vurmazlar.Bahsedildiği gibi köpek dişleri ilgi çekici büyüklükte değildir.



Sadece Hıristiyan Avrupada değil çeşitli toplumlarda vampir efsaneleri yaratıldı. Hindistan’da kimi kadınlar , uyurken kana susamış cinlerin saldırısına uğradıklarına inanırlar. 1001 Gece Masalları’nda dişi vampirlerle ilgili öyküler yer almaktadır. Yeni Gine’nin Camma kabilesinde Ovengua cini ya da Borneo adasındaki Dayak kabilesinde Buau adlı varlık da benzer inanışlara dayanan yaratıklardır.



Tarihçiler vampir kelimesinin Sırpça, Lehçe ya da Türkçe’den türetildiğini öne sürer. Bu efsanenin ayyuka çıktığı ve vampir avlarının düzenlendiği 1730’lu yıllarda Aydınlanmanın ünlü filozofu Voltaire konuya şöyle bir yorum getirir: “Gerçek kan emiciler mezarlarda değil, aramızda. Borsa spekülatörleri, tüccarlar ve işadamları halkın kanını hergün emmekteler. Bunlar kesinlikle ölmüyor ama yaşarken çürüyor.” Karl Marx’ın konuya yaklaşımı ise şu şekildedir: “Sermaye ölü emektir. Ancak canlı emeğin emilmesi ile vampirlere özgü biçimde hayat bulur. Ne kadar emerse o kadar hayat bulur.”



1820’lerde bir eleştirmen “Vampiri olmayan tiyatro yok“ diye veryansın etmiştir. Yazar Sheridan Lefanu‘nun 1872’de yazdığı “Carmilla” adlı öyküyle vampirler, aralarına ilk kez bir kadını almışlar buradan da vamp sözcüğünü türetmişlerdir.



İrlanda’lı yazar Bram Stoker, 1897’de yazdığı “Drakula” adlı eserinde türün bütün mitlerini toparladı ve bu konudaki en iyi klasiği meydana getirdi. Bu kitap vampir efsansinin sinemaya da atlamasına neden oldu. Alman dışavurumcu yönetmen Murnau , 1922’deki ünlü klasiği “Nosferatu” ile sinema tarihindeki ilk vampir filmini çevirdi. 1930’lu yıllarda Hollywood’un en gözde konularından biri vampirlerdi. Sinemanın en tanınmış vampir oyuncusu ise Christopher Lee'ydi. Zaman içinde vampirler pusuya yatmış canavar görünümünden kurtulup şık, baştan çıkartıcı , güzel yaratıklar haline geldi. Francis Ford Coppola ise Bram Stoker’ın romanından yaptığı özgün uyarlama ile vampirlerin hayatını bir trajedi olarak yorumladı.



Zombiler


Zombi voodoo' nun Afro-Caribbean ve Creole ruhani inanç sistemlerinde ölümsüz bir insandır. Bu folklorik zombiler doğaüstü güçler ve şamanistik hekimliği vasıtasıyla, yaşayanlar arasında korku yaratmak amacı ile ölü insan bedenlerinin yeniden canlandırılmasıdır. Zombilerin daha korkunç versiyonları yamyamlık ögesi kullanılarak korku sinemasında sıkça sergilenmektedir

Loch Ness Canavarı

Bir grup belgeselci İskoçya’da Loch Ness gölünde filmlere konu olan ünlü Loch Ness canavarı ile ilgili bir belgesel hazırlıyorlardı. Bir balıkçı teknesinde söyleşi yaparken birden bire suda bir hareketlenme yaşanıyor.




Bir anda korku içinde tekneden dışarı çıkan ekip, su üzerinde yaklaşık 15-20 metre uzunluğunda bir yaratığın gölgesini gördüler. Yaratığın bir kısmı su yüzünde gözükten sonra hızla göl üzerinde uzaklaştı ve gözden kayboldu.





Grup korku içinde ne yapacağını şaşırdı. Çektikleri görüntüleri tekrar tekrar izleyen uzmanlar görüntülerin sahte olmadığını ama su üzerinde görülen yaratığın bir su yılanı olacağını iddia ettiler.





İşte o görüntüler…





Loch Ness Efsanesi nedir?





Nessie’nin bilinen ilk izleri 1500 yıl öncesine dayanıyor. İskoçya’da yaşayan yerli halk, taş oymalarında bu haşmetli canavarı resmetmiş. Bu rölyeflerde Loch Ness canavarı, tuhaf, büyük bir akuatik yaratık olarak görülüyor.





M.S. 565 yılında Adamnan’ın yazdığı bir biyografide de Loch Ness Canavarı’nın görüldüğü anlatılıyor. Kitaba göre, canavar Ness Nehri’nde yüzen bir adama saldırıp öldürüyor. Nessie, yüzyıllar boyunca halk arasında bir söylenti olarak yaşıyor. 27 Ağustos 1930’da üç İskoç balıkçı suda bir türbulans gördüklerini bildirdiklerinde ise efsane gazetelerin manşetlerine çıkıyor.





Balıkçılar 10 metre boyundaki canavarın sudan çıkıp teknelerine saldırdığını ve tekneyi havaya fırlattığını açıklıyorlar. Tekne müthiş zarar görmüş bir biçimde karaya oturuyor. Balıkçılar canavarın varlığından şüphe duymuyorlar ve olayı anlatış biçimlerinde ısrar ediyorlar. Ardından gazetelere Loch Ness canavarını gördüklerini iddia eden başka insanların yazdığı mektuplar yağıyor.





1962’de Loch Ness Araştırma Bürosu yaratık hakkında araştırma yapmak üzere harekete geçiyor. 1964’te araştırma kurulu kalıcı bir hale dönüşüyor ve nehir etrafında kameralar ve telefoto lensleri yerleştiriyor. Ayrıca mobil kamera istasyonları ve su altı dinleme cihazlarıyla canavarın varlığını araştırmayı sürdürüyorlar. Zaman içinde su altı kameraları, dalgıçlar, denizaltılar da devreye giriyor. Loch ile ilgili büyük miktarda bilgi toplanıyor ama canavar hakkında bir kanıt yakalayamıyorlar.

21 Mart 2010 Pazar

CADILAR

Cadı, birçok dinde ve mitolojide doğaüstü güçleri olduğuna inanılan kadın. Cadılar mistik olarak bakıldığında gerçekte sadece kadınlardan oluşur.




Cadılık ve büyücülük kavramlarına da değinildiğinde, bilinenin aksine, her büyücü kadın, bir cadı değildir, fakat bir cadı aynı zamanda iyi bir büyücüdür. Hipnoz ve büyü arasında ne denli bir fark varsa, büyücülük ve cadılık arasında bir o kadar fark vardır. Çünkü bir büyücü sadece Ruhani Varlıklardan Faydalanılarak Yapılan bir sihir türünü kullanabilir fakat bir Cadı ise hem Ruhani Varlıklardan Faydalanılarak Yapılan bir sihir türünü hem de Ruh Gücüne Dayanılarak Orataya Konan bir sihir türünü kullanır. Bundan dolayı bir cadı, bir büyücüden, gücün kötüye kullanılması açısından çok daha güçlüdür.



Cadılar hakkında yapılan ve bir çok ödüle layık görülen, hikâyesini gerçek hayattan alan, kurgu olmayan 1977 yapımı bir italyan filmi olan Suspiria adlı filmde, cadılığın tanımı ve cadıların yaşayışları anlatılmıştır. Mistik bilimlerle ilgilenen kişilerin ve araştırmacıların açıkladığı günümüzdeki cadılık tanımı ise şöyledir:



« "Cadılar; kötüdürler, olumsuz ve yıkıcıdırlar. Mistik bilimlere dair uzmanlıkları inanılmaz güçlerle donatır onları. Olayların akışını ve insanların hayatını, zarar vererek değiştirebilirler. Amaçları çok büyük bir zenginliğe ulaşmaktır. Bu da, sadece diğerlerine zarar vererek elde edilebilir. Onlara bir şekilde ters düşmüş kişilere acı çektirebilir, hastalık verebilir, hatta öldürebilirler... Topluluk olarak yaşayan kadın gurubundan oluşur ve black queen (kara kraliçe) olarak adlandırılan, Kötülüğe büyük yeteneği olan cadı, sihir uzmanı liderleri vardır. Bir cadı topluluğundaki bir cadı kadının, kraliçe olması için, sihir gücünün diğerlerinden yüz kat güçlü olması gerekir. Yılanda olduğu gibi, topluluğa güç veren şey, kraliçedir, güç liderde, baştadır. Lideri olmayan bir topluluk başsız kobra gibidir; güçsüz ve zararsız..." »





Mistik bilimlerle ilgilenen çoğu kişi, islam dininde olup mistizimle uğraşan insanlar dahil, mistik bilimlerde uzmanlaşmış ve kötülüğe kendini adamış kadınlara, yani cadılara inanırlar. Bu kişilerin mistizim ve büyücülük - cadılık hakkındaki temel inancı şudur:



« Quoddam ubiquae, Quoddam semper, Quoddam ab omnibus, creditum est! »



« Anlamı: Sihir her yerde, bütün dünyadadır. Bu bilinen bir gerçektir, HER ZAMAN! »





Cadılık günümüzde bazı kişiler tarafından bir din olarak kabul görmeye başlamış olup ve adına ingilizce witchcraft adı verilmiş olsa da aslında cadılık sadece mistik uzmanlıkları olan ve metafizik gibi günümüzde halen açığa kavuşmamış bilimlerin sistemini ve formüllerini ileri derecede bilen ve bu bilimlerde uzman olan kadınlardan ibarettir. Witchcraft aynı zamanda cadılık sanatını uygulayan insanların bağlı olduğu dini vurgulamaktadır. Esasında Şaman Dininin daha modernize ve sistamatize edilmiş şekli olarak görülebilir. Eski Yunancada "witch" tedavi eden iyleştiren, şifa veren insan anlamına gelmektedir.